top of page
AiColorize_1_20240113 (1) kopya.jpg

Uluslararası İlişkiler / International Relations - Türkiye Dış Politikası / Turkey's Foreign Policy

Beni Takip Edin !

  • X
Ara

Demokrasi ve müdahalecilik arasında AB’nin Türkiye politikaları

  • Kemal İnat
  • 9 Mar 2014
  • 2 dakikada okunur
 

Ukrayna’da Yanukoviç’i iktidardan deviren muhaliflerin bu başarısının yalnızca bu ülkenin iç dinamikleriyle elde edilmediği, AB ve ABD’den ciddi bir destek aldıkları herkes tarafından bilinmektedir. AB’nin komşularına karşı dayatmacı politikalar yerine işbirliğine yönelik politikalar geliştirmesi önem kazanmaktadır.


Avrupa Birliği (AB)’nin Türkiye’ye yönelik politikaları zamanın ruhuna ve karar verici aktörlerin kimliklerine bağlı olarak önemli değişiklikler gösteriyor, sürekli ve istikrarlı bir çizgi izlemiyor. Bu çerçevede, Türkiye’deki demokratikleşme adımlarına kritik zamanlarda çok kuvvetli destek veren AB’nin bazı dönemlerde ise, başta demokrasi teşviki olmak üzere kendi temel ilkelerine aykırı hareket ettiği görülmektedir. AB’nin Türkiye politikalarının doğru analiz edilebilmesi için öncelikle Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde yaşadığı iniş ve çıkışlar ile AB açısından Türkiye’nin nasıl bir yere sahip olduğuna kısaca değinmek faydalı olacaktır.

Her şeyden önce, Türkiye tarihi ve kültürüyle bir Ortadoğu ülkesi olduğu kadar bir Avrupa ülkesidir. Osmanlı Devleti’nin Avrupa siyasetinde ne kadar etkili olduğu gibi uzun bir konuya hiç girmeden, Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de Avrupa’nın bir parçası olarak kalmayı tercih ettiğini ve özellikle 1950’li yıllardan itibaren Avrupa’nın yeni oluşturmuş olduğu kurumlara üye olmayı seçtiğini hatırlayalım. Türkiye’nin üye olduğu Batılı kurumlar arasında OECD ve NATO gibi ekonomik ve askeri kurumların yanında Avrupa Konseyi gibi insan haklarının korunması ve demokrasinin geliştirilmesini temel amaç edinmiş siyasal kurumlar da vardır. Bunlarla yetinmeyen Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti standartlarını daha da ileriye taşımak arzusuyla daha sıkı bir entegrasyonu hedefleyen Avrupa Birliği’ne de üye olmayı devlet politikası olarak görmüştür. Ancak Türkiye, AB’ye (o zaman Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET) ortaklık başvurusu yaptığı 1959’dan beri, arzu ettiği demokratik yönetime ulaşma yolunda sürekli olarak engellerle karşılaşmıştır. 


1960 yılında yaşanan askeri darbeyle birlikte başlayan demokrasiye müdahaleler belirli periyotlarla kendisini tekrarlamış, her onyıllık dönemde birden fazla darbe ya da darbe teşebbüsü gerçekleşmiştir. Demokratik seçimlerle işbaşına gelen hükümetlerin yine aynı şekilde demokratik yollarla iktidarı bırakması beklenmek istenmemiş, başta askerler ve yargı olmak üzere bürokrasinin değişik kademelerinden hükümetlerin yönetme yetkisine müdahale edilmeye çalışılmış, bu müdahalelerin yeterli görülmediği durumlarda ise doğrudan darbe yapılması yoluna gidilmiştir. 2002 yılında iktidara gelen AK Parti yönetimi de, sürekli olarak kendisini siyaset dışı kalması gereken kurumların baskısı altında hissetmiş, çeşitli darbe planları ve kapatma davası ile karşı karşıya gelmiştir. Son aylarda yaşanan gelişmeler ise, hükümetin seçim dışı yöntemlerle devrilmesi konusunda yeni yöntemlerin denendiğini göstermektedir.


Bu kısa özetin ardından, Brüksel’in Türkiye’de yaşanan demokratikleşme mücadelesinde nasıl bir politika izlediğini analiz etmeye çalışalım. Yukarıda ifade edildiği gibi, AB’nin bu konuda istikrarlı bir çizgisinin var olduğundan bahsetmek pek mümkün değildir. AK Parti iktidarının ilk yıllarında, Türkiye’de demokratik siyasal yaşam üzerinde en büyük engeli oluşturan askeri vesayetin ortadan kaldırılması konusundaki adımları güçlü bir şekilde destekleyen AB’nin, 28 Şubat Post-Modern Darbesi olarak adlandırılan süreçte askerlerin çevresinde odaklanan bir koalisyon tarafından hükümetin devrilmesine sessiz kaldığı görülmüştür. Bu iki örnek üzerinden, AB’nin Türkiye’de demokrasi konusundaki politikalarının farklılaşma nedenlerini inceleyelim.


Devamını okuyun...




Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page